Sazlar, Işıklar ve Kadınlar: Pavyon




( np- Kadhja Bonet ~ Remember The Rain)

Sorumluluklarımdan bir müddet kurtulduğum sıcak ve tatlı bir geceden herkese merhaba. Bugün uzun zamandır üzerinde düşündüğüm bir konu vesilesi ile sizlerle buluşuyoruz. Konumuz gece hayatının mor ve kırmızı ışıklı tarafı pavyonlar ve pavyonların iç dinamikleri. Hazırsanız sizi “kaşık sesi, zil sesi, para sesi ve karı sesi[1]” dolu bir maceraya çıkarmak istiyorum.

Öncelikle bu konuyla ilgili merakım geçen dönemin başında bir hocamın “Hovarda Alemi” adlı kitaptan söz etmesi ile başladı. O gün hemen bu konuyla ilgili bir şeyler yazabilirim diye düşündüm.

Daha sonra yazıma kaynak olabilecek bilgi ve belge araştırmalarına girdim. “Hovarda Alemi” kitabı başta olmak üzere BluTV’nin “Pavyon” belgeselini buldum. Bu belgesel büyük yankı oluşturmuş olacak ki pavyon konulu bir belgesel daha gördüm. Fakat bahsettiğim kitap hariç akademik başka kaynak bulamadım. Bilen varsa benimle irtibata geçsin lütfen.

Eğer benim araştırmaya başlamadan önceki halim gibi bu konuya tamamen Fransızsanız ufak bir pavyon tanımı yapayım. Akşam 7’den sabaha kadar süren, kısmen daha düşük sosyokültürel tabakalardan olan insanların, erotik, alkollü ve geleneksel müzikli eğlencesi diyebiliriz. Olay kısaca şu; erkek kişisi gelir ve bir masa açtırır. Mezelerin ve alkolün fiyatı pavyon olmayan diğer alkollü mekanlardan farklı değildir. Fakat konsomatris istediği zaman durum değişir. Kadının içtiğini de erkek öder ve kadının içtiği erkeğin içtiğinden çok çok daha pahalıdır (tarla satma mevzusunun kaynağı da buradır.). Böylelikle kadın açtırabildiği kadar içki açtırtmaya çalışır. Yevmiyesi açtırdığı içki kadar artar. Kadınla dans etmek vs hepsi ayrıca ücretlendirilir.

Burada şöyle ufak bir ayrıntı var ki pavyon genelev değil. Yani bu masaya gelme olayı yatakta bitecek gibi bir kaide yok. Erkeklerin amacı çoğu zaman bu olsa da kadınlar genelde gecenin sonunda erkekleri otele ya da çorbacıya çağırıp gitmiyorlar. Bu durumu da “Bizi sikmeye geliyorlar, biz onları sikiyoruz.” şeklinde özetliyorlar. (Fazla cinsiyetçi bir söylem olsa da olayı çok güzel özetlemesi ve araştırmanın ruhuna çok uyması sebebiyle sansürlemek istemedim.)

Olayın tam da burasında aklıma bir soru takıldı. Erkekler neden seks yapamayacaklarını bile bile bu müesseselerin müdavimi olup hunharca para harcıyorlar?

Osman Özarslan kitabında pavyon ilişkilerinin seks beklentisinden çok daha fazlası olduğu çıkarımını yapabileceğimiz şekilde anlatıyor. Ona göre pavyon erkek tipolojilerinden “paralı”, sadece kadın bedenini arzuladığı için değil abartılı paralar harcayarak bu yarışta diğer erkek rakiplerini elediği için gece hayatına devam ediyor. Bu sayede etraftakilere en çok harcayan yani en varlıklı olan olduğunu kanıtlıyor ve harcama üzerinden dönen bu erkeklik yarışında pozisyonunu yükseltiyor. (Fakat burada benim eklemek istediğim ayrıntı kitabın sadece taşrada gece hayatını ele alması. Yani pavyon kültürünün de başkenti olan Ankara gibi büyük şehirlerde eğlenmeye gelen insanlar küçük yerlerdeki gibi birbirlerini tanımıyor olduklarından bu kendini gösterme yarışının taşrada yaşandığı kadar çetin geçmediği kanaatindeyim.)

Ayrıca erkeğin yaşayacağı olası bir genelev macerası istisnalar haricinde tahmin edilebilir senaryolar içerir. En nihayetinde bir ticarettir ve para karşılığı beklenen hizmetin gerçekleşmesi sıradan bir durumdur. Fakat pavyon öyle değildir. Birçok farklı dinamiği vardır. Bir kadınla beraber olmak için garsonu bile ikna etmeniz gerekebilir. Amaca giden yollar komplikeleştikçe zaferin tadı daha da güzelleşeceğinden bir rüya da olsa erkekler bu rüyanın peşine düşmekten çekinmezler.

Sonrasında çalışan, müşteri herkesin söylediği bir gerçek var ki pavyonlar gerçekten bağımlılık yapıyor. Kendileri “loş ışık hastalığı” olarak tabir ediyor bu bağımlılığı.  Buna sebep olabilecek şeyler başta alkol olmak üzere pavyona giden kitlenin rahat eğlenebildiği nadir yerlerden biri olması gerçeği var. Belgeselde müşterilerden biri AVM’lerde eğlenemediklerini ve zengin çocuklarının görmediklerini pavyonda kendilerinin gördüklerini söylüyor. Bu söylemden çıkarabileceğimiz başlıca sonuç bence diğerlerini zengin çocukları olarak nitelerken kendilerinin ekonomik olarak alt bir tabakaya ait olduklarını doğrulaması var. Bir de AVM’lerin modern olduğunu kabul edersek geleneksel müziğin çaldığı, kaşık oynanan, şiveli konuşulan pavyonların modern olmadığı gerçeği çıkar ve Y-Z kuşağının kuşaklarına aykırı davranıp AVM’lerde değil pavyonlarda eğlenmesi tezatı, kendilerini buldukları bu ender yerlerden olan pavyonların müptelası olmalarını tabiileştiriyor.

Tüm bu sebeplere bir de salt kadın zaafını da eklediğimizde pavyonların kemik kitlesini anlayabiliyoruz.

Daha sonra kadınların erkeklerle seks olmadan nasıl ilişkiler içinde oldukları sorusu var. Sonuçta orası “kütüphane değil”[2]. Bu noktada ise genel olarak herkesin verdiği ortak cevap belirli bir süreden sonra bu ilişkinin psikolojik tedaviye dönüştüğü oluyor. Hatta kendilerine  “okumayan psikolog” yakıştırması yapıyorlar Müşteriler de konslar da zamanla birbirlerinin hikayelerini öğreniyorlar, pavyon dışındaki hayatlarında kimsenin onları dinlemediği kadar kendilerini dinleyecek biriyle sohbet etme imkanı buluyorlar. Yalan ya da gerçek, inanmış ya da inanmış gibi fark etmeksizin bu diyalog bir şekilde ilerliyor.

Konsomatris kadınların kendileriyle ilgilenen kuaförlerle, dövmecileriyle ya da işten eve taşımacılıklarını yaptıkları taksiciler ile ilişkileri de müşterileri ile olduğu gibi. Kendi ifadeleriyle “biz müşterilerin psikologluğunu yapıyoruz, onlar da bizim.”. Hatta bazılarının eşleriyle bile tanışıp daha da dostane ilişkiler kuruyorlar.

Bahsettiğim bu çalışmaların özellikle takdir ettiğim bir tarafı ise boş yere göz yaşı sağıcılığı yapmıyor oluşları. Yeşilçam romantizmi ile konsomatris kadınlara “Bacım buraya nasıl düştün?” tarzı duygusal bir yaklaşımları yok. Gördüğüm kadarıyla zaten kadınlar da bunu büyük ölçüde aşmışlar. Yukarıda bahsettiğim “onlar bizi sikmeye geliyor, biz onları sikiyoruz.” mantığıyla hareket edip kazançlarına bakıyorlar. Çoğu -sanılanın aksine- bu işi isteyerek yaptığını, buraya “düşmediğini” belirtiyor.

Değindikleri bir diğer nokta kazançları iyi olmasına rağmen para biriktiremiyor oluşları. Çoğu zaman sadece yeteri kadar para biriktirip ayrılacakları bu sektörde bir ömür çalışıp pek de birikim yapamıyorlar. Bunu kazançlarının helal olmamasına bağlıyorlar. Hatta konsomatris kadınlardan birine yeni yıldan ne beklediği sorulduğunda helal para cevabını veriyor.

Pavyon aleminin diğer kendisine has özelliği ise Orta Anadolu türküleri kaynaklı, şiveli ve araya erotik sözler sıkıştırılmış bol argolu müzikleri. Youtube verileri bu müziğin alıcısının oldukça fazla olduğunu gösteriyor. İcracıları ise yaptıkları işin oldukça zor ve lokal olduğunu belirtiyorlar.

Bu çalışmalara pavyon ilişkilerinin bir halkası olan eşleri pavyona giden kadınlar da eklenseydi daha kapsamlı olurdu diye düşünüyorum. Osman Özarslan bu konuda kadınların röportaj vermeye, görüşmeye pek gönüllü olmadığını yazmış. Ben yine de imkansız olmadığını düşünüyorum.

 Son olarak ülkemizin sosyal bilimler akademi varlığı için toplumda tabu sayılan kavram ve kurumları ele alan çalışmaların son derece mühim olduğunu düşünüyorum. Sosyal bilimlerin doğasının reddettiği tartışılmaz düşüncelerin, ayıpların, yasakların olmadığı çalışmaların bilim mirasımıza katkısı diğer suya sabuna dokunmayan çalışmalardan çok daha fazla olacaktır. Daha fazla böyle çalışma okumak ve bizzat yazmak dileğimle.



[1] Gece hayatının aranan isimlerinden Deli Bayram’ın kullandığı bir tabir.
[2] Belgeselde konuşan çalgıcılardan birinin tabiri.

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar