Millet Nedir?


(np- Wasting Breath~ Julia Biel)

Herkese yeniden merhaba. Bugün yeni bir yazıyla karşınızdayım.

Masaya yatıracağımız konu büyük ölçekte milliyetçilik üzerine. Bu konuda fikir beyan eden kıymetli Fransız filozof Ernest Renan çizgisinde, Türk anayasasına değinerek, siyaset bilimi çerçevesinde meseleye yaklaşacağız.

Öncelikle anayasamızın ikinci maddesinde cumhuriyetin nitelikleri sayılmıştır.
“Cumhuriyetin nitelikleri
MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”

Bu madde bize anayasamızın Atatürk milliyetçiliğini benimsediğini gösteriyor. Peki milliyetçilik nedir?

Milliyetçilik basit manada ülkesinin çıkarlarını her şeyden üstün tutmak anlamına geliyor. Fakat zaman içinde milliyetçilik kavramı da birçok kavram gibi kendi içinde kısmi ayrımlara uğruyor.

Bu ayrımlar objektif milliyetçilik ve subjektif milliyetçilik olarak iki tane. Şimdi bunlara göz atalım.

Objektif milliyetçilik, bir topluluğu millet yapan unsurların objektif, yani elle tutulur gözle görülür özellikte olması gerektiğini söylüyor. Bu özellikler ırk, dil ya da din olabilir. Dünya tarihinde bu üç özelliğin ayrı ayrı da olduğu birlikte de olduğu birçok devlet var.

Subjektif milliyetçilik ise objektif milliyetçiliğin karşısında durarak milliyetçiliğin ögelerinin somut değil soyut olması gerektiğini savunuyor. Sübjektif milliyetçiliğin ögeleri ise ortak bir zengin hatıralar mirasına sahip olmak ile ortak karara varma, birlikte yaşama arzusu, geçmişten aldıkları mirası geliştirmeye devam etme arzusu olarak gösteriliyor.

Subjektif milliyetçilik kavramı literatüre Ernest Renan ile girdi. 11 Mart 1882’de Sorbonne’da verdiği bir konferans sırasında düşüncelerinin esaslarını açıklarken kendisi buna sübjektif milliyetçilik demese bile milliyetçilik kavramına yeni bir soluk getirmiş, bu kavramı özellikle Fransız İhtilali’nden sonraki yeni dünya ülkeleri düzenine daha uygun bir şekle sokmuştur.

Peki Ernest Renan kimdir ve klasik milliyetçiliğin dışına çıkmasına sebep olan nedir?

Ernest Renan 1823 yılında Fransız İhtilali’nden 34 yıl sonra Fransa’da doğdu. Edebiyat, felsefe, teoloji gibi dönemin popüler bilimleriyle ilgilendi, akademik çalışmalar yaptı. Burada ilgi çekici olarak doktora tezini gösterebiliriz. 1852’de yazdığı doktora tezi Endülüslü Arap felsefeci, matemetikçi, hekim, fıkıhçı İbn-i Rüşt ve oluşturduğu felsefi akım olan “Averroizm” hakkında.


Dindar bir Katolik ailede yetişen Renan, okumak için geldiği Paris’te büyüdüğü çevrenin oldukça dışında ortamlar gördükçe Hıristiyanlık üzerine yeniden düşünmeye başladı. Bu ona teolojik açıdan başka pencereler sundu ve “Hıristıyanlık Tarihinin Eleştirel Kökeni” adlı kitabını yazmasına zemin hazırladı. (Bu kitabın Türkçe basımını bulamadım internette, bilen ya da bulan olursa yorumlarda belirtirse sevinirim.)

Ona göre din eşyanın hakikatini bilmek ve sevmekti. Bilgin, gerçek rahipti. Bu gibi düşünceleri “Hıristıyanlık dinine zarar vermekten” üniversitedeki kürsüsünden azledilmesine neden olacaktı.

Siyasi fikirleri olsa da kendisi siyasi bir düşünür değildi. Onun siyasi görüşlerini güncel olaylara kayıtsız kalmamak için fikir beyan etmek olarak düşünebiliriz. Elitist dünya görüşü onun demokrasiye tam olarak güvenmemesine neden oldu. Topluma yön verecek bir aristokrasiye ihtiyaç duyulacağını hatta meşrutiyetten yana olduğunu söylemekten çekinmedi.

Bütün bunların yanında Renan’ın bir liberal olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü mutlak bir devlet gücüne de muhafazakar bir dine de karşıydı.

Tarihler 1870’i gösterdiğinde ise Renan’ın düşünce dünyasını etkileyen bir olay oldu. Fransa- Prusya Savaşı yenilgisi. Almanya’ya ve Alman kültürüne Renan büyük bir hayranlık besliyordu.
“Almanya benim üstadım olmuştu; en iyi yanlarımı ona borçlu olduğumun bilincindeydim.”
1871’de savaş bitti ve Almanya galip geldi. Bu Renan’ı derinden yaraladı. Aynı yıl “Fransa’nın Düşünsel ve Ahlaki Reformu” adlı kitabıyla ülkesinin hezimetinin sebepleri hakkında bir kitap yayımladı. Ona göre bu suçun mesulu demokrasiydi, ülkenin iradesini sırtlayacak aristokrasiye ve egemenliğini sağlayacak bir monarşiye ihtiyaç vardı.

O sıralarda Alman felsefeci ve siyaset bilimci Leo Strauss, Renan’a bir gazete aracılığıyla açık mektup yazdı ve ülkelerinin anlaşmazlığı üzerine aydınca düşünmeyi teklif etti. İlk mektuplar uzlaşılması kolay konular üzerineyken sonradan daha komplike konulara gelindi ve üsluplar sertleşti. Alman hayranlığı hala kısmen üzerinde olan Renan ilk mektubuna aynı havayla başlasa da Strauss’un kibri karşısında mesele şuna kadar düştü:
“…bütün dünya sizin suretinizde yaratılsaydı belki biraz iç karartıcı ve sıkıcı olurdu. Kadınlarınız bile bu fazla erkeksi sertliği taşıyorlar.”
Strauss ve Renan’ın tartıştığı ve bizi buralara kadar getiren asıl mesele hepimizin ortaokul ve lise yıllarından hatırladığı, I. Dünya Savaşı’nın nedenleri arasında gösterilen Alsas- Loren bölgesinin hakimiyetiydi.


Strauss genel Alman kanısını ifade ederek bölgenin ırk olarak da dil olarak da Almanya’ya daha yakın olduğunu ve hak iddasının bu sebeple meşru olduğunu söylüyordu. Renan ise dil ve ırk olarak Almanya’ya daha yakın olsalar bile vatandaş olma iradelerinin Fransa yönünde olduğunu savunuyordu.

1882 yılında verdiği konferansta bu meseleyi daha da açıklayan şu sözleri sarf etti:
“Ulus bir hissiyat, ruhani bir ilkedir… geçmişte ortak zaferlere, şimdi ortak iradeye sahip olmak; hep beraber büyük işler yapmak ve daha da yapmak istemek işte bunlar bir halk olmanın başlıca şartlarıdır.… geçmişte paylaşılan bir zafer ve acı bir miras,gelecekte gerçekleştirilecek ortak bir plan; beraber acı çekmek, sevinmek ve umut etmek işte ortak gümrüklerden daha önemli şey budur.Biraz önce beraber acı çekmek dedim; evet paylaşılan acı sevinçten daha çok birleştirir. Aslında ulusal anılar, yaslar zaferlerden daha kıymetlidir. Çünkü görev yükler ve toplu bir çaba bekler.… bir ulusun varlığı her gün yapılan bir referandumdur.İnsan ne diline ne ırkına aittir. İnsan sadece kendine aittir.”
Görüldüğü gibi aslında ufak bir kavramı açıklayan bir konuşma gibi görünse de önündeki perde aralandığında Alsas-Loren hususundaki Alman görüşüne karşı bir tez olduğunu anlıyoruz.

Bizim anayasamıza gelince kanundaki ifade görüldüğü gibi “… Atarürk milliyetçiliği..”. Atatürk milliyetçiliğinin hangi tarafta durduğunu ise “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabından şu sözleriyle kolayca anlıyoruz:

“Milletin Umumi Tarifi
Bundan sonra müşterek milli fikrin, ahlakın, hissin, heyecanın hatıra ve ananalerinin millet efradında meydana gelmesini ve kökleşmesini temin eden müşterek mazinin, birlikte yapılmış tarihin, vicdanları ve zihinleri doğrudan doğruya birleştiren müşterek dilin, milletlerin teşekkülünde en mühim âmiller olduğunu bir defa daha kaydettikten sonra millet hakkında, ikinci derece unsurları kale almayarak mümkün olduğu kadar her millete uyabilecek bir tarifi biz de alalım:
A. Zengin bir hâtıra mirasına sahip bulunan;
B. Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan;
C. Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyete millet namı verilir.”

Bu durumda açıkça görüldüğü gibi Atatürk milliyetçiliği ve Ernest Renan’ın ortaya koyduğu sübjektif milliyetçilik birebir örtüşmektedir.

Başka bir yazıda görüşmek üzere, şimdilik hoşçakalın.

Yorumlar

Popüler Yayınlar